Kur’ân’a Göre İsrâiloğulları: İlâhî Nimetlere Nankörlükten Lanetlenmey
...

Ramazan BÜLGEN
ramazanbulgen33@gmail.com -Kur’ân’a Göre İsrâiloğulları: İlâhî Nimetlere Nankörlükten Lanetlenmeye Giden Süreç
Kur’ân-ı Kerim’de en çok zikredilen toplulukların başında İsrâiloğulları gelir. Onlardan söz edilirken “Benî İsrâil” kavramı öne çıkar; bu ifade, Hz. Yakûb’un (İsrâil) soyundan gelenleri ifade eder. Kur’ân’da bu kavim, hem Allah’ın büyük nimetlerine mazhar olmuş bir topluluk olarak hem de ilâhî emirleri çiğneyip nankörlükleriyle lanetlenen bir toplum olarak anlatılır.
Seçilmişlikten İmtihana
Yüce Allah, İsrâiloğulları’nı tarihin belli bir döneminde “âlemlere üstün kılınmış” bir topluluk olarak anmıştır. Bu üstünlük, ırksal veya etnik bir imtiyaz değil; ilâhî mesajı taşıma sorumluluğuyla ilgili bir seçilmişlikti. Onlara kitap, hikmet ve peygamberlik verilmiş; Firavun’un zulmünden kurtarılmış, çölde gökten gelen rızıklarla (manna ve selvâ) nimetlendirilmişlerdi.
Ancak Kur’ân’a göre bu nimetlerin devamı, şükür ve sadakate bağlıydı. Onlar ise “Allah’a verdikleri sözde durmadılar”, peygamberlerine karşı isyan ettiler ve zamanla Tevrat’ı tahrif ederek ilâhî emaneti çarpıttılar. Böylece “üstün kılınmış bir ümmet” olmaktan “Allah’ın gazabına uğramış bir topluluk” konumuna düştüler.
Sözlerinde Durmayan Bir Toplum
Kur’ân’da defalarca vurgulanan konulardan biri, İsrâiloğulları’nın ahde vefasızlığıdır. Allah onlardan, ana-babaya iyilik etmeleri, namazı kılıp zekâtı vermeleri, zulümden kaçınmaları ve kitabın hükümlerine uymaları için söz almıştı (Bakara 2/83–84). Ancak onlar bu sözleri bozdular; Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler, peygamberleri haksız yere öldürdüler.
Nitekim Nîsâ Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle… Allah onların kalplerini mühürlemiştir.” (Nîsâ 4/155)
Kur’ân, bu vefasızlığı sadece tarihî bir anlatı olarak değil, iman–amelsizlik ilişkisine dair evrensel bir uyarı olarak sunar.
Allah’a Yakışıksız İsnatlar ve Şirk
İsrâiloğulları’nın en ağır günahlarından biri, Allah’ı ulûhiyetine yakışmayan sıfatlarla nitelendirmeleridir. Tevbe Sûresi’nde onların, “Üzeyr Allah’ın oğludur.” dedikleri; Mâide Sûresi’nde ise “Allah’ın eli bağlıdır.” iddiasında bulundukları bildirilir. Kur’ân, bu tür söylemleri şirk ve küfrün en açık tezahürü olarak niteler.
Yine bazıları, Allah’ın “yedinci günde dinlendiğini” ileri sürmüş, bu iddialarıyla Tevrat’ı tahrif etmişlerdir. Kur’ân, bu çarpık anlayışlara karşı,
“Gökleri ve yeri altı günde yarattık da hiçbir yorgunluk bize dokunmadı.” (Kâf 50/38)
buyurarak tenzih ilkesini hatırlatır.
Bu sapmalar, aslında Allah tasavvurundaki bozulmanın insanın ahlak ve inanç yapısına nasıl yansıdığını gösterir.
Peygamber Katli: Hidayet Işığına Karşı Karanlık
İsrâiloğulları’nın tarihindeki en çarpıcı trajedi, peygamberlerini öldürmeleridir. Allah onlara defalarca rehberler göndermiş, fakat onlar her defasında ya yalanlamış ya da öldürmüştür. Âl-i İmrân Sûresi bu durumu şöyle anlatır:
“Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri yüzündendir.” (Âl-i İmrân 3/112)
Rivayetlere göre Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya da bu zulmün kurbanları arasındadır. Hz. Îsâ’yı öldürmeye teşebbüs etmiş, fakat Allah onu korumuştur. Bu tavır, onların kalplerinin katılığını ve hidayete karşı körlüğünü simgeler.
Tevrat’ı Tahrif ve Dinin Çarpıtılması
Kur’ân’a göre İsrâiloğulları sadece sözlerinde durmamış, aynı zamanda ilâhî kitabı tahrif etmişlerdir. Bazı âyetleri gizlemiş, beğenmediklerini çıkarmış, hatta metinlere kendi yorumlarını eklemişlerdir (Bakara 2/75; Nîsâ 4/46).
Böylece Tevrat, onların elinde çıkarcı bir araç hâline gelmiş, dinin özünü koruma sorumluluğu yerini menfaat merkezli bir anlayışa bırakmıştır. Bu yüzden Kur’ân onları, “Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr edenler” olarak tanımlar (Bakara 2/85).
Bu tavır, sadece tarihî bir eleştiri değil, her çağda ilâhî hakikati parçalayan zihniyetlere karşı bir uyarıdır.
Lanetlenme ve İlâhî Gazap
Kur’ân, onların bu tutumlarına karşı “Allah’ın lanetine uğradıklarını” açıkça bildirir. “Lanet”, sadece beddua değil, rahmetten uzaklaşma anlamı taşır. Bu uzaklaşmanın nedeni, onların peygamberleri yalanlamaları, kitabı gizlemeleri, Allah’a iftirada bulunmaları ve dünya malına aşırı düşkünlükleridir.
“Yahudiler, ‘Kalplerimiz perdelidir!’ dediler. Aksine, inkârları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir.” (Bakara 2/88)
Bu lanet, sadece tarihî bir ceza değil, ilâhî yasaların değişmezliğini hatırlatan evrensel bir ikazdır.
Dünya Sevgisi ve Ruhî Çöküş
İsrâiloğulları’nın bir başka olumsuz özelliği, dünya hayatına aşırı bağlılıklarıdır. Kur’ân onların, “her birinin bin yıl yaşamak istemesi”yle bu durumu tasvir eder (Bakara 2/96). Bu, iman zayıflığının ve ahiret bilincinin kaybolmasının sonucudur.
Maddeye tutunan bu anlayış, maneviyatı unutan toplumların da ortak hastalığıdır. Kur’ân’ın amacı, bu örnek üzerinden müminlere “dünya sevgisi”nin kalbi nasıl kararttığını göstermek, iman–dünya dengesi kurmanın önemine dikkat çekmektir.
İsrâiloğulları’nın tarihi, insanlık için ibretlerle dolu bir ayna gibidir. Allah’ın nimetleriyle yüceltilen bir topluluk, nankörlükleriyle zillete düşmüştür. Kur’ân bu örnekle sadece bir kavmi değil, her çağda aynı hatalara düşebilecek tüm insanları uyarmaktadır.
Bugün de Allah’ın nimetleriyle kuşatılmış her birey, bu hikâyeden şu dersi almalıdır:
“İlâhî sözlere vefa göstermez, nimeti şükürle karşılamaz, hakkı eğip bükerse; o da lanete uğramışların yoluna düşer.”